Kapalı Lale Sineması'nın önünde oniki on üç yaşlarında bir simitçi dururdu. Ben önceleri kendisine pek dikkat etmemiştim. Bu çocuk ikide bir sinemaya kaçar, simit tablasının başını boş bırakır, gelen geçen para atıp simit alır ve boş tabla orada kalırdı. Ne yaptıysak bu çocuğu sinemadan dışarı çıkaramadık. Tokatladık, azarladık nafile, gitmiyor. Bir süre sonra kendi kendine yerleri silmeye, koltukların tozunu almaya başladı. Canla başla çalışıyor. Ancak filim başladı mı kendinden geçiyor, neredeyse perde ile bütünleşiyor. Birgün bunu karşıma aldım, oğlum sen kimsin, nesin, ailen yok mu diye sorularla tanımaya çalıştım. Ailesini Yunanlılar katletmiş. Bu ellerinden zor kurtulmuş, işte simit falan satarak geçinmeye çalışıyor. 'Amca' dedi, 'ben sinemayı çok seviyorum, nolur beni kovmayın' dedi. 'Peki' dedik ve bunu işe aldık. Temizlikçi olarak başladı, ama kabiliyetli çocuk. Bir süre sonra perdeye baka baka okuyup yazmayı öğrendi. Aradan çok geçmedi filme eşlik eden piyanoyu seyrederek piyano çalmasını öğrendi. Makinalara merak saldı, makina kullanmasını öğrendi. Afişleri yapan ressamı seyrederek afiş yapmasını öğrendi, yani sinemanın girdisini çıktısını tamamen bilerek tam bir vukuf kesbetti. Ben sonraları bu çocuğu sinemaya idareci yaptım. Yıllarca yanımda çalıştı. Buradan şu neticeye gelmek istiyorum: Sinema olayı eğitici yönü ile çok önem taşımaktadır. Mustafa Çimen ismindeki bu cahil ve aile nedir bilmeyen çocuk kabiliyetlerini geliştirmiş ve bir meslek edindiği gibi olabildiğince kendisini yetiştirmeye çalışmıştı. Canlı bir örnek olarak karşımızda durmaktadır. Sinema, görerek öğrenmenin başta gelen unsurlarından biri ve belki de en birincisidir.